Bir gün, bugün, ışık gelecek.
Sürünüyor, sürünen şafak, ufkun üzerinde uykuya sürünüyor. Işık nazik ve sıcak bir şekilde parıldıyor, damlıyor; pencere bölmesine erimiş buz taneleri.
Sabahın erken saatlerinde Kitap rafına yansıyan ışığın, odanın soğuk köşelerine sıcaklık yaymasına aşık olabilir misiniz?
Derinin altına sızacak, dirseklerinin içini öpen gül tomurcuklarından çiçek açan bir ısı tabakası, yarı saydam kıvrımlarla teninden yavaş yavaş akan boncuk gibi ter damlaları. Enfekte oldum, aşık oldum.
Şişmiş dudaklar yumuşak cilde, ağrıya ve karıncalanmaya neden olduğu anda gelen uyuma hissi. Bu aşık olduğum anlamına mı geliyor? Sonsuz anlamda aşktan bahsetmiyorum, çocukken romantizm hayal etme şeklinden bahsediyorum. Tüm beyaz dantelli masaların üzerinde kurduğumuz oyun alanlarından bahsediyorum.
Işık devam edecek.
Bu ışık inanılmak istiyor, bu ışık seni istiyor. Dikkatini, zihnini; Sesini ve vücudunu.
Sen farkına varmadan, gelenler. Tatlı konuşanlar, yatıştırıcı sesler, iyi niyetli ve terbiyeli insanlar. Cehennemler, kırıcılar, güven yiyenler. Ne şekilde olursa olsun onlar gelecek ve savaşmamız gerekecek. Yalanlarlar savaşacağız. Işığınızı görürler, sizi mutsuz etmek isterler.
Hatta senin kötü hissettiğin anda iyi hissedebilirler. Her zaman cezalandırman gerektiğini hissettiğin şekilde cezalandırmak, değersizliğini haklı çıkarmak.
Bu hayatta dolgunluk, gerçeklik aramaktan başka bir şey yapamayız.
İşte o zaman, ışığın geldiği anda, o anda her zaman neyin doğru olduğunu fark ederiz. Senden ne olduğunu, senin nelerden yapıldığını asla anlayamazlar. Işığımız bu dünyada ve çok ötesinde güzel olan her şeyi kapsar.
Belki de bu sadece sabahın erken saatlerindeki sihir, ya da boğazımızı kaplayan kahve hissi ya da dudaklarımızı ısıtan şekerin hafif tadı. Ama midemizin hassas kısımlarında her zaman umut hissederiz.