Salgının ortasında olduğumuzdan beri diğer insanlardan uzak durmak için elimden geleni yaptım. Arkadaşlarımla plajlara gitmiyorum. Randevularda sinemaya gitmedim. Son birkaç aydır evden zar zor çıktım.
Aklımca sıkıldığım için jeocaching’e gitmeye karar verdim. Tek yapmanız gereken telefonunuza bir uygulama indirmek ve hazine avına çıkmak. Çok eğlenceli geliyordu. Beni dışarı çıkaracak kadar. Üstelik bana egzersiz de yaptırıyordu. Ve kendi kasabamı daha fazla keşfetmemi sağlıyordu. Hafta sonlarımı geçirmek için mükemmel bir yol gibi geldi.
Ve öyleydi. İlk başlarda.
Daha önce burada hazine avına çıkanların, hazinelerin küçük kavanoz ve cam şişede olduğunu bilmeleri gerekiyor. İçeride herkesin adını yazabileceği küçük bir defter var. Bazen, insanlar bir adım daha ileri gidip takas niteliğinde orada ki eşyaları da değişiyorlardı. Etiketler. Silgi. Kalem. Bir şey alıp. Bir şey bırakıyorsun.
İlk durağımda, yolun kenarındaki bir ormanın derinliklerinde, açık bir ağaç gövdesinin içine gizlenmiş bir kavanoz vardı. Yarısı misketlerle doluydu. Kirliydiler, toprakla kaplıydılar, konteynerin içine sızmış olması gereken yağmurdan harap olmuşlardı. Onlara dokunmadım. Sadece kağıdın üzerine adımı not edip yoluma devam ettim.
Sonraki birkaç durağım daha halka açık yerlerdi. Bir kavanoz park bankının altına saklıydı. Bir diğeri de kapalı bir alışveriş merkezinin ön girişindeydi. Bir diğeri sokak tabelasına yaslanmıştı.
Ben benim kasabasında her bir yere gitmiş gibi görünüyordum, ama aslında öyle değildi buraları daha yeni görüyor ve keşfediyordum.
Garip bir mesaja rastladım, belirli bir yerden sonrasını geçenleri uyarmamı söyleyen bir mesajdı. Zaten belirli bir yerden sonra insanlar ilerlemeyi pek mantıklı bulmuyordu. Hayalet hikayesi gibi yazılmıştı. Yerel bir efsaneydi.
İddiaya göre, kavanozun içindeki listeye adını yazan herkes hayatını kaybetmişti. Ya kaybolmuşlardı ya da ölü bulunmuşlar, cesetleri parçalanmıştı.
Duyduğum en saçma şeydi.
Ama yine de adımı listeden karalamak için güçlü bir arzum vardı. Her ihtimale karşı. Zararı olmazdı.
Çantama şemsiye koymayı her defasında aptalca unutuyordum. Oraya gittiğimde, yağmur yağıyordu. Yağmurda koştum, gömleğim sırılsıklam oldu ve kavanozu ağaçtan çıkardım.
Kavanozun kapağının altından not defterini çıkardım ve telefonuma ilk ismi yazdım. MARY SHEPHERD. Kaçırılma olayıyla ilgili bir makalede ortaya çıktı. Kayıp olarak listelenmiş, öldüğü varsayılıyor.
Bir sonraki ismi denedim. JACK PACE – KAYIP KIŞI.
Ve sonra. ELIZABETH BLACK – KAYIP KIŞI.
Listedeki her bir isim kayıptı, öldürülmüştü.
“Kahretsin.”
Defteri kavanoza geri koyup, polise götürmeyi planladım. Bu esnada parmağım alttaki bilyelerden birine sürtündü. Ama onlar misket değildi. Çok yumuşaktılar. Aşırı yumuşak.
Daha çok göz bebekleri gibi.
Kusacak gibi oldum, kavanozu kapattım ve göğsüme dayadım. Çamurdan kalktım, gitmek için arkamı döndüm ve siyah maskeli bir adama rastladım.
“Çok güzel gözlerin var.” dedi.
Sonra her şey karardı.
1 comments
iyi bari direksiyon storysi yerine metin storysi görecek olmamız beni rahatlattı