Uzun bir süre, gözlerimin arkasında bir gece kuşu gibi tünemiş bir kalp ağrısı vardı. Deniz karanlık ve sessizdi, görülebiliyordu. Üzüntümün enlemleri, yaralarımın parçalanmış halleri ile sohbet etmede uzman olmuştu. Kalp kırıklığı artık garip bir manzara değildi. Gökyüzünün uyarısı olmadan ışıldaması artık artık etkilemedi.
Ama bu diyalogdan kederle sıkıldım. Ortaya çıkacak tüm sorunlara karşı kendimi hissizleştirdim. Yıllar boyunca birbirimizin en kısa görüntülerini gördük, ve bunlar benim için unutulması gereken anı parçacıklarından başka bir şey değiller. Tüm zaman hızla geçerken seni bahar hariç her mevsimde gördüm. Bu gerçeğin içinde bir metafor olmalı. Geçen hafta, günlüğüme yazdığım bir yazıda kederin sonu yoktur demiştim; keder, bir şeye bağlandıktan sonra pişmanlıktır. Geçen Aralıkta senin hakkında, benim hakkımda unutmaya başladığım bazı şeyleri ezberlemek için geri döndüm. Geçen Aralık ayına geri döndüm ve hiç özür dilemediğimizi düşündüm. Saat gürültüsünde mahsur kalmış marangoz gibiydik. Bir şeyler bitiyor, bir şeyler bölünüyor. Burada olsaydın ne derdin merak ettim. Sana ne diyeceğimi merak ettim. Ve sonra, uğraşmaya başladığımda tavşan deliğinden daha fazla aşağı inemeyeceğimi anladım; Peşini bıraktım.
Bu yıl, sensiz bir Ocak ayına hazırlandım.
Çok iyi olduğum için kendimi lanetledim mi merak ediyorum. Çünkü sen hiçbir zaman bir ilk bir şeyler söyleyen bir insan olmadın ve ben her zaman denedim, senden daha fazla. Yine de, bu yılın alacakaranlık renklerinde bana ulaştın. Bu içgüdü mü yoksa arzu mu merak ediyorum. Hatırlamakla düşünmek arasındaki farkı hiç öğrenemedim. Senin sözlerinin her bir tanesini düşündüğümde acı hissediyorum. Telefon ekranının yüzüme vuran ışığına bakıyorum. Bıçak parıltısı gibi, anılarla lekeli bir elle dokunulmuş bir bıçak gibi. Ama sesini tek bir metinden duyabiliyordum. Kulaklarımda başıboş koşup duruyorsun. Seni düşünmek istemedim çünkü her zaman nostaljinin fay hatlarını aştım. Nefes aldım. Ama ocak ayında bir cumartesi gecesi saat üçte beni düşünüyordun.
Ve içimdeki bir şey pes etti, sadece biraz pes ettiğini belirtmekte fayda var. Biraz. Bir anda şehrimizin her yanı anılarımız ile dolup taştı. Sanki anılarla dolu hayaletli bir şehrin içindeydim. Vahşi, umutlu ve akkor bir şeyin opal görüntüsünü seyredebiliyorum. Benim kahvem, senin çayını hissedebiliyorum. Ailelerimiz, sevdiğimiz şeyler ve hayatlarımız hakkında küçük bir konuşma kulağımın içinde yankılanıyor. Seni güldürmenin nasıl hissettirdiğini ezberlemişim. Yemek yerken çok sevimli olduğunu düşünüyordum. İyi olmadığımız günleri anmak istemiyorum. Kim olduğumuzu ve kim olduğumuzun tam ortasında kalakaldım. Günler, haftalar, aylar boyunca kafamın içinde ki senle tartıştım. Seslerimizin tonları ve kırık hayallerimizin aralarındaki tozla kaplı yılları aklımda canlandırdım. Sanırım, fevkalade sıç*tım.
Bir duygu için mi yoksa senin için mi evimi özlediğimi anlayamıyorum. Her şey tehlikeli bir bulanıklıktı.
Bizi bir arada tutan anlar, senin gittiğini izlediğimde en keskin kesiği unuttuğumda kutsal ve hassas olmaya devam ediyor.
Ani bir özlem olduğunu söylüyorum, ama değil. Her zaman oradaydı, uykuda yanımdaydı.
Sadece sesini duymak istiyorum. Kulağım ile benimsemek istiyorum, başka bir şey değil, ve bu dilek zaten yeterince tehlikeli. Zaten kan lekeli. Mavi bir şeyin parlak dokunuşunu istemeye yatkınım ve teslim olmaya yatkınım. Rüyalarımda kaybolmak istiyorum. Sanırım kendimden kaçmak istediğim tahmin edilebilir. Öğrendiğim her şeyin ilahi uzunluğunu sabote etmek istiyorum. Geçici, affedilmez ve tanrısız olacak bir hayal diyarı, beni tekrar boğacak bir hayal diyarı, çünkü sen her zaman gidersin. Ben kalırım, sen gidersin. Kemiklerimin titremesi ortaya çıktı, harap oldum.
Beni mahvetmek istemedin ama mahvettin.
Ve buna daha fazla izin veremem.
İşte buradayım, bir yıl sonra, hiç gitmediğimiz bir kafedeyim. Geçen Aralık’tan 16 mil uzakta. Ve şimdi Ocak ayındayım ve hala sensiz bir aşka özel duyuyorum. Hala kedersiz bir aşk özlemi duyuyorum. Bir yıl sonra yalnızlık içindeyim. Kavrulmuş kahve çekirdekleri, motor yağı ve duman gibi kokuyor. Burada her şey sıcak. Lamba aydınlatmalı ve mükemmel, bir motosikletin nefes kesen egzoz sesiyle hayallere dalıyorum – hayat-kulaklarımda şarkı söyleyen müzikten daha yüksek sesle bana karşı duruyor. Altımdaki zeminin gürültüsünün değiştiğini hissediyorum. Hareket eden ellerden oluşan bir araç, bir şarkı çizgisi havalandı. Artık durağan değil. Burada hiçbir şey bana seni hatırlatmıyor.
Tekrar nasıl isteyeceğimi ve seveceğimi bilmek istiyorum. Bu duyguyu tekrar hissetmek istiyorum. Ellerim çok soğuk. Mesafeyle dolu. Ama bu diyalogda ki kederden bıktım. Artık arkadaşız, ama zar zor. Ve her zaman benim bir parçama sahip olacağını düşünüyorum. Asla kaybetmeyeceğim bazı şeyler var. Her zaman sahip olacağım, mesela dört yıl sonra tekrar görüşmeden önce nezaketinin üzerime düşmesi gibi. Bu duyguyu tekrar hissetmek istiyorum. Ama bunun sona da ermesini istiyorum, bunun bitmesini istiyorum, seni görmek ve duymak istediklerimi duymak istiyorum.
Şiddeti aşkla karıştırdığımda, aşk ışığının ölmesinin nasıl parçalanacağını bilirim. Son sözü önsözden daha çok istiyorum çünkü başlangıcın nasıl bittiğini zaten biliyorum.
Yine ocak ayındayım ve özlüyorum.